SON DAKİKA

KÖŞE YAZARLARI

DİN VE SİYASET

Türkiye'de din ve siyaset

İzmir’de bazı cami minarelerinden ‘Çav Bella’ şarkısının çalınması ülke gündemini belirlerken, daha sonrasında bu olayı sosyal medyada paylaşan, CHP İzmir eski il başkan yardımcısının tutuklanması ve bunun üzerine yaşanan tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar; sorunun daha derinlerde olduğunu gösterdi. 

Failler nerede?
Faillerinin hala yakalanamamış olması kafalarda soru işareti oluştururken, ‘Bir olaydan kim çıkar devşiriyorsa, olayın faili odur.’ kuralını aklımızın bir kenarında tutmak gerekir. 

Toplumsal ayrışma 
Bu yazımızın konusu günceli tartışmaktan ziyade olayların ve toplumsal ayrışmanın nasıl bu aşamaya geldiğini anlamaya çalışmak.
İnsanların sınıf ayrımı olmaksızın kendisini belki de ‘eşit’ hissettiği tek yer olan ve en zor zamanlarının sığınağı olan cami ve din adamlarına bu tepki nereden geliyor? İktidarın kendi seçmen tabanının çekirdeği olarak gördüğü cami cemaatini bir arada tutabilmek için camileri ve din adamlarını kullandığı hissiyatı, farklı siyasi görüşlerdeki insanları rahatsız etmektedir.

Cuma hutbelerinde siyaset

 Cuma Hutbelerindeki ‘siyasi’ dili duymamak için Cuma Namazına gitmeyi bırakan insanlar var. Dini açıdan tartışılabilir olan bu davranış; insani açıdan gayet anlaşılabilirdir.
Tarihsel süreçte, yaşanan toplumsal derin ayrılıkların temelinde; yönetici gücün dini argümanları kendi çıkarları doğrultusunda kullanması yatmaktadır. Yönetici gücün ilahi bir güce dayandığı yapılar, halkı kontrol etmek adına kullanışlı olsa bile toplumsal ayrılıkları da beraberinde getirir. Yönetici güce karşı olanlar kendi dini ve ilahi kanallarını oluşturmakta gecikmezler. Batı Roma ve Doğu Roma arasında yaşanan siyasi mücadele; Katolik Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi tarafından dini alanda devam ettirilmiştir. Bu mücadelenin Avrupa halklarına getirisi; savaş, ölüm, açlık ve cadı avları olmuştur. Martin Luther’in Katolik kilisesinin ilahi gücünü halkın değil kilisenin selameti için kullandığını topluma açıklamak için başlattığı mücadele ve İncil’i Latince ’den Almanca ’ya tercüme ederek halkın da kolayca dini öğretilere ulaşmasını sağlaması, eğitimin kilisenin elinden alınarak ‘laik eğitim’ sistemine geçilmesi ile ancak ‘Aydınlanma Çağı’ başlayabilmiştir.

Dört halife döneminin sonuna doğru başlayıp Emeviler’in Hilafeti, saltanat haline getirmesi ve dini mabetleri kendi siyasi otoritelerini pekiştirmek adına kullanması üzerine başlayan siyasi rekabet zaman içerisinde dini ayrışmaya sebep olarak Sünni-Şii çatışmasına dönüşmüştür. Başlangıç döneminde siyasi bir ayrılık olarak görünen Şiilik; daha sonraki devirlerde kendi kavramsal ve teolojik alt yapısını oluşturarak mezhepleşmiştir. Emeviler Dönemi’nde siyasi bir rekabet olarak başlayan bu mücadelenin günümüz İslam coğrafyasına yansıması; Bağdat, Basra, Şam, Lübnan ve daha birçok şehirde ki Sünni ve Şii camilerinde patlayan bombalar olmuştur. 

Geçmişten ders çıkarın 
Türkler İslamiyet’i kabulünden sonra teolojik temelli devletler kurmasına rağmen, herkesin kendisini bir parçası hissedebileceği dini müesseseler oluşturmaya özen göstermişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde farklı dini odakların (tarikat, tekke) kendi anlayışları doğrultusunda devlete yön vermek istemeleri ve padişahları kontrol altına alma çabaları, ‘Devlet-i Aliye’nin sonunu hazırlamışlardır. Kendi varlılarını ve devamlarını, modernleşme karşıtlığı üzerinden tanımlayan tekke ve tarikatlar, Osmanlı Devleti’nin son yüzyıllarının derin sancı ve acılar içinde geçmesine ortam hazırlamışlardır. 

Atatürk ve Diyanet
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu sebeplerden dolayı; siyasetin etki alanından uzak, tarikat ve cemaatlerin kontrol edemeyecekleri bir kurum olarak 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine, İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşuna öncülük etmiştir. Bu yüzden bazı tarikat ve cemaatler Diyanete bağlı camilerde namaz kılmamayı ve kendi dini öncülerini Diyanet işleri başkanından üstün görmeyi tercih etmişlerdir. 
Martin Luther’in Hristiyan dünyasındaki çalışmasının bir benzeri olan Kuran’ı Kerim’in Türkçe tefsiri Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır tarafından 1935 yılında tamamlandı. Türkçe Tefsir sayesinde herkesin İslam Dininin en temel kaynağı olan Kuran-ı Kerime ulaşması sağlandı.

 Siyasetten ve farklı dini akımların etkisinden uzak olarak konumlandırılan Diyanet işleri Başkanlığı son zamanlardaki takındığı tavır ile toplumun sadece belli bir kesiminin sözcülüğünü yapma hevesine girişmiştir. Diyanete bağlı camilerde yapılan parti toplantıları, siyasi içerikli hutbeler ve evet- hayır referandumu öncesinde cami içerisinde insanların halının üzerine uzanarak ‘evet’ yazması; toplumun büyük bir kesimini tahminimizden daha fazla yaralamaktadır. Emeviler döneminde küçük bir grup arasındaki siyasi rekabetin 1300 yıl sonra İslam coğrafyasında kangrene dönüştüğü unutulmamalıdır.
İşte tam da bu yüzden; siyasiler ve Diyanet işleri başkanlığı camileri siyasetten uzak tutmak zorundadır. Anlık siyasi çıkarlar için yapılan davranışlar, toplumda onarılması mümkün olmayan ayrışmalar oluşturmakta ve aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır. 

Camı, kışla ve okul siyasetten uzak olmalı
Türk Devlet geleneğinin temeli olan; ‘cami, kışla ve okulun siyasetten uzak durması’ prensibi göz ardı edilmemelidir. Bu prensibe uyulmamasının vahim sonuçlarını, yakın ve uzak tarihimizde maalesef acı olaylar yaşayarak tecrübe ettik. 1400 yıllık İslam Tarihi’nde onlarca devlet kurulup yıkılmış olmasına rağmen dini alandaki ayrışma ve rekabet gelecek nesillere hep miras olarak kalmıştır. Diyanet işleri Başkanlığı ve siyasiler bu gerçekleri göz ardı etmeden; gelecek nesiller arasındaki barış ve huzuru, günümüz siyasi çıkarlarına tercih etmelidirler.

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR